HAYDİ GEL, GEL

İmâm-ı Rabbânînin akrabâsından biri,
Talebesi olmadı uzun zemândan beri.

Görürdü, akın akın ona gider insanlar.
Buna rağmen, kendisi veremezdi bir karâr.

Ve kendi kendisine düşünür idi ki hep:
(İmâm-ı Rabbânî'nin nasıldır yolu aceb?)

Bir gün karar verdi ki: (Artık yarın gideyim.
Ne imiş onun yolu, ben dahî öğreneyim.)

O gece rü'yâsında, bir su kenârındaydı.
İmâm-ı Rabbânî de, karşı yakasındaydı.

Onu görüp, o kadar duygulandı ki içden,
Ağlamaya başladı bu sürûr ve sevinçden.

İmâm dahî o zâta seslendi ki: (Haydi gel!
Gör ki, bizim yolumuz ne mükemmel, ne güzel.)

O velînin sesini duyunca, birden bire,
Başladı kalbi derhal, Allah'ı zikr etmeğe.

Uyanınca gördü ki, bu hâl devâm ediyor.
Ve gönlü, o büyüğün aşkı ile yanıyor.

Düşündü: (Sohbetine gitmeden henüz dahâ,
Kalbim zikre başladı, yakın oldum Allah'a.

Onun yolu bu ise, gerçekten güzel deyip),
Mubârek huzûruna gitdi hemen giyinip.

O içeri girince, buyurdular ki: (Evet.
Yolumuz işte budur, sen de buna devâm et.)

Yine talebesinden üç kişi, bir araya,
Gelerek, çıkmışlardı bir iş için sahrâya.

Bir puthâne görerek, istişâre etdiler.
Onu yıkmak üzere, ittifâk eylediler.

Zîrâ orda tapınan hindûlar, ara ara,
Eziyyet ederlerdi garîb müslümânlara.

Yıkmaya başlayınca, onu bu talebeler,
Hindûlar arasında, şâyi' oldu bu haber.

Bin kişilik bir gurup, toplanarak az sonra,
Gelip, etrâflarını etdiler muhâsara.

Taş ve sopalar ile, saldırıya geçdiler.
Onlar ise silâhsız, hem de üç kişiydiler.

Çâresizlik içinde, bir tanesi, kalbinden,
Yardım talep eyledi İmâm-ı Rabbânîden:

(Ya İmâm, öldürecek kâfirler hepimizi.
Allah'ın izni ile, bunlardan kurtar bizi!)

Birden üstâdlarının sesini işitdiler:
(Korkmayın, sizin için geliyor mücâhidler.)

Hindûlar üstlerine tam vardığı zemânda,
Yirmi otuz süvari, çıkageldi bir ânda.

Gözü dönmüş hindûlar, görür görmez bu hâli,
Dağıldılar etrafa çil yavrusu misâli.